Loreto: İlahi Kasaba | Loreto: A Divine Town


Bu yazıyı 10 dakikada okuyabilirsiniz...

Kısa” bir aradan sonra yeniden bir şeyler karalamaya geldim. Bir ilk anlamı taşıyan yolculuğun ilk durağı olan ve aylarca süregelen eşsiz bir yaşantıda en çok günümün geçtiği memleket. Bu kısa yazımda sizlere günübirlik seyahatim Loreto’dan hatırımda kalanları yazacağım. İtalya’daki ilk seyahatlerimden biri olması sebebiyle, birçok detayı unutmuş olabilirim. Yine de kalemi kağıda değdirelim de görelim yazdıkça hatıralar gelir mi çorap söküğü gibi…

Loreto, İtalya’nın Marche eyaletinde bulunan küçük bir kasaba. Kutsal sayılan tarihi hasebiyle İtalya’da oldukça bilinen bu kasabanın turizmi ülke sınırlarını pek aşmadığı için fazla bilinmiyor. Hem kasabamıza yakınlığı, hem de zengin tarihinden ötürü günübirlik de olsa bu kasabayı görmek için tren istasyonunun yolunu tuttuk.Yoldan kastım da eve beş dakikalık mesafedeki istasyona yürümek…



Loreto’nun tarihine dair...

İlk günlerdeki seyahatlerimden biriydi dedim ya, tren yolculuğunun tam olarak ne kadar sürdüğünü de anımsayamıyorum. Dokunsam dökülecek vaziyetteki paslanmış trenle yaklaşık bir saat yol aldıktan sonra Loreto’ya vardık. Bu kasaba, tıpkı önceki yazılarımdan birinde bahsettiğim Perugia şehri gibi tepeye kurulmuş. Zira, tren istasyonundan kasabaya varmak için yazın kavurucu sıcağını andıran bir sonbahar gününde sırtlarımızda onlarca günlük ihtiyacımızı karşılayabilecek boyuttaki devasa sırt çantalarıyla sırılsıklam olana dek tepeye doğru yürüdük. Bu yol üzerinde yürürken çektiğim fotoğraflara bakınca hemen hatırıma düşüyor o anlar. Alabildiğine uzanan yeşile boğulmuştu etrafımız, 45 derecelik merdivenleri arşınlıyorduk. Dimdik yokuşun her iki yanı çam ağaçlarıyla bezeli, yol boyunca çam iğneleri öylesine yoğun ki çakıllı patika kahverengiye dönüşmüş. Bu merdivenleri çıkarken aklımızdan düşünceler geçiyor: “işte şu merdiven de sonuncusu sanırım, bunu aştık mı herhalde ulaştık kasaba merkezine.” Fakat elbette öyle olmuyor, merdivenlerin biri diğerini aratmıyor ve nihayetinde merdivenlerle vedalaştıktan sonra dimdik, ucu bucağı görünmeyen bir yokuşa çıkıyor yolumuz. Sabahın erken saatleri ve etrafta kimsecikler yok. Cıvıldayan kuşlarla zaman zaman yüzümüzü yalarcasına esen rüzgâr dışında hiçbir yaşam emaresiyle karşılaşmıyoruz.


Kasabaya tırmanırken...


Bu arada yazımın başında bahsettiğim, Loreto’nun kutsal bir kasaba olmasıyla ilgili kısa bir bilgi vereyim. Loreto, yüz yıllardır İtalyanların Katolik hac bölgesi. Her sene belli günlerde ülkenin çeşitli şehirlerinden kilometrelerce yol kat ederek buraya yürüyor İtalyanlar. Tepeye vardıklarında İtalya’nın en büyük bazilikalarından biri olmasının yanı sıra kutsallığıyla da bilinen Santa Casa katedraliyle buluşuyorlar. Bu katedralle ilgili detaylı bilgiyi ilerleyen satırlarda yazacağım. Bu tarihi bilgileri edindikten sonra zahmetli yokuşu tırmanırken bu kasabanın kutsallığı ve günlerce yürünerek ulaşılmasına dair birkaç soruyu zihnimde aydınlığa kavuşturmuştum. Hacılık niyetiyle bu kutsal kasabanın yolunu tutanlar, zihinsel ve fiziksel emeğin ve yorgunluğun sonucunda bu sıfata haiz olabiliyorlardı.


Kasabaya tırmanış...

Yokuşu tırmanırken arada bir soluklanıyor, çokça fotoğraf çekiyorduk. O sırada, hedefe odaklanmış zihnimizden bir nebze arınıp pirüpak tabiata sırdaş olabiliyorduk. Sağımızda alabildiğine uzanan bir vadi yer alıyordu. Daha da yukarıya çıktıkça ötede büyükçe bir kemer (tak) görünmeye başladı. Kemerin tepesinde de kocaman bir haçı sırtlamış Hz. İsa heykeli bulunuyordu. Bembeyaz mermerlerle döşenmiş bu kemer, uykusundan yeni uyanmış güneşin olanca sıcaklığının etkisiyle parıldıyordu. Az daha yürümüştük ki o kemerle yüz yüze geldik. Kemerden içeriye göz ucuyla bakınca burasının bir şehitlik anıtı olduğunu fark ettik. Zemin küçük beyaz çakıllarla süslenmişti ve anıt baştan aşağıya beyaz döşemelerle bezeliydi. Tepeye tırmanırken sağımızda kalan bu kemerden girince solumuzda karşımızda ve sağımızda başlarında haçlar bulunan yüzlerce mezarla karşılaştık. Karşımızdaki mezarların hemen arkasında kocaman bir bayrak, onun ardında da biraz yüksekçe bir noktada da İtalya bayrağı ile Avrupa Birliği bayrağı dalgalanıyordu. Anıtın sağ tarafı eşsiz bir manzaraya bakıyordu. Marche’nin dümdüz ovalarının ardında bir tepe yükseliyordu. Daha sonra araştırdığımda öğreniyordum ki bu anıt, İkinci Dünya Savaşı’nda şehit olan 1080 Polonyalı askerin yattığı bir şehitlikmiş ve 1946 yılında tamamlanmış. Bu anıt ile gördüğü manzaranın fotoğraflarını aşağıya ekliyorum.


Polonya Mezarlığı


Anıtta biraz fotoğraf çektikten sonra 127 metre yükseklikte kurulu kasabaya doğru tırmanmayı sürdürüyoruz. 10-15 dakika geçmeden, yemyeşil düzlüklerin ardında yükselen birkaç ağaçla karşılaşıyoruz. İngiliz bahçelerini aratmayan parka benzer bu küçük alanda etrafındaki çam ağaçlarının gölgesinde, çimlerin üzerine yalnız başına kurulmuş bir bank görünce hemen üzerine çullanıyoruz. Öğlenin kavurucu güneşi altında biraz olsun serinliyoruz. Kısa bir süre sonra da dik merdivenlerin başındaki büyükçe beton blok ve iki yanındaki kiremit rengi kolonların ardındaki Hz. İsa anıtını görünce kasabaya ulaştığımızı anlıyoruz. Bu dik merdivenleri de aştıktan sonra nihayet düzlük bir alana ulaşabilmenin sevinciyle doluyoruz. Bulunduğumuz noktadan ardımıza baktığımızdaysa, tepeye ulaşmanın meyvesini almış hissederek uçsuz bucaksız bir manzarayı gözlemeye koyuluyoruz. Bir süre burada fotoğraf çekip taş banklarda oturduktan sonra doğruca beş dakikalık yürüme mesafesinde yer alan Santa Casa Bazilikasına doğru yürümeye başlıyoruz.


Santa Casa Bazilikası

Santa Casa Bazilikası yazımın başlarında da bahsettiğim üzere İtalyanlar için önemli bir kutsal değer taşıyor. Zira, Katoliklerde Meryem Ana’nın burada yaşadığına dair bir inanış var. Bazilikanın diğer bir adı Türkçeye “Meryem Ana’nın kutsal evi” olarak çevrilebilir. Öte yandan, bir efsaneye göre şu anda Loreto’da bulunduğu bölgeye gelmeden önce bu bazilika melekler aracılığıyla önce İsrail’in Nazareth şehrinden Hırvatistan’ın Trsat şehrine, oradan da İtalya’nın Porto Recanati şehrine uçurularak getirilmiş. Gotik mimariyle inşa edilmiş olan bu dev bazilikanın inşası 1468’de başlayıp 1587’de bitmiş.

Bazilikanın olduğu meydana girişte bizi büyükçe bir kemer karşılıyor. Onu geçtikten sonra da muazzam olan bazilikanın küçük kubbelerinin bulunduğu arka tarafına ulaşıyoruz. Taş duvarlarla örülmüş görkemli bir kaleyi andıran bu kubbeler, öylesine dinç görünüyorlar ki gözüme, sanki dün inşa edilmiş gibiler. Daha sonra bazilikanın küçük bir kiliseyi andıran loş bir odasına giriyoruz. Renkli kağıtların katlanıp atıldığı küçük bir kutu görünce bunun dilek kutusu olduğunu fark edip biz de kendimizce dileklerimizi yazıp kutuya iliştiriyoruz. Ardından, dışarıya çıkıp bazilikanın etrafını dolaşarak ön cepheye ulaşıyoruz. Burada büyükçe bir meydan ile onun ortasındaki fıskiyeyle karşılaşıyoruz. Kasabanın 10 binlik nüfusuyla kıyaslayınca bu meydanın büyüklüğü göze çarpıyor. Meydanın sağ ve sol taraflarında, İtalya’nın kuzey şehirlerinde – özellikle Bologna’da – göze çarpan sıra kemerler bulunuyor. Bilhassa Bologna özelinde konuşacak olursak bu sıra kemerler boyunca yürüyerek şehrin büyük bölümünü dolaşmanız mümkün.


Santa Casa Bazilikası

Günübirlik gezinin yoldaşı...

Meydanda ileri geri yürüyüp kâh soluklanıp kâh fotoğraf çektikten sonra bazilikaya girdiğimizi anımsıyorum. Ayin olduğu için çıt çıkmayan bazilikaya hızlıca göz gezdirip çıktığımızı da... Neden sonra ufka dek uzanan bir vadiyi 360 derece görebileceğimiz bir yolda yürüyorduk, yolun öte tarafında savaş uçağına benzer bir uçak konuşlandırılmıştı. Vadiyi gören bu uzunca caddenin ara sokağına girince, yol  - önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere - ufacık bir meydana çıktı. Kare biçimindeki meydanın ortasında büstten oluşan küçük bir heykel, onun hemen sağında da İtalya bayrağı bulunan, devlet dairesi olduğuna kanaat getirdiğim bir bina vardı. Bu şirin ve küçük sokağı geçtikten sonra dört yol ağzına çıktık. Yine ortada fıskiye ve o fıskiyeye açılan anayollar vardı. Daha sonra gerisin geri dönüp vadiyi gören cadde boyunca yürüdük. Nihayetinde kürkçü dükkânına dönmek misali kendimizi bazilikaya açılan sokakta bulduk. Bazilika, bu küçük kasabanın merkezini oluşturduğu için nispeten turistik olan kasabanın uğrak noktası. Bu sebeple, bazilikaya açılan sokakların her bir tarafında hediyelik eşya dükkânları, pizzeria’lar ve oteller bulunuyor. Ben de gördüğüm her şehirde alışkanlık haline dönüştürdüğüm kartpostal alma ritüelimi yerine getirmek üzere bir dükkâna giriyorum. Dükkânın sahibiyle konuşmaya başlıyoruz ve günübirlik gezimizin yaklaşık bir saati Bangladeşli dükkân sahibiyle muhabbet etmekle geçiyor. O günün sıcaklığında bu gibi bağlanmalara pek sıcak bakmasam da geriye dönüp bakınca yerel deneyimler edinmenin körpeliği bir başka oluyor. Zira, bu gibi yoldaşlıkların tadı aradan yıllar geçse de tazeliğini koruyabiliyor.

Bu arada o gün tanıştığımız Bangladeşli esnaftan sonra İtalya’nın birçok şehrinde – özellikle Roma Termini istasyonu civarları – Asyalı ve Afrikalı göçmenlere sıkça rastladım. Bunların içinde Kuzey Afrikalı olanlar çoğunluktaydı. Son birkaç yılın haberlerinden aşina olabileceğiniz üzere, Kuzey Afrika’daki şehirlerden atladıkları ufacık teknelerle İtalya kıyılarına ulaşmak için günlerce Akdeniz’de kürek çeken göçmenlerin yoğunluğu ülke çapında göze çarpıyor. Fakat kuzeye çıktıkça İtalya’nın çehresi oldukça başkalaşıyor.


Porto Recanati’de günün sürprizi...

İşte o Bangladeşli Müslüman esnafla sohbet ederken laf lafı açıyor ve kendimi onunla birlikte yürürken buluyorum. Garip ve merak uyandıran bir maceraya atıldığımın henüz farkında değilim. Dükkâna kilidi vurup çıkan esnaf abimizle birkaç dakika yürüdükten sonra klasikleşmeye yüz tutmuş arabasına atlayıp yola çıkıyoruz. Durağımız ise 5 km uzaklıktaki kıyı şehri Porto Recanati. 15 dakika içinde varıyoruz kıyı kasabasına. Bangladeşli ağbi, yeri çakılla kaplanmış kocaman bir otoparka arabayı park ediyor ve onunla birlikte yürümeye başlıyoruz. Burası hem o güne değin hem de ilerleyen aylar boyunca İtalya’da bir daha hiç karşılaşmadığım getto mahallesine benziyor. Civardaki insanların giyimi, hal ve tavırları İtalyanlardan oldukça farklı. Çoğu Bangladeşli fakat aralarında Afrikalı insanların da olduğunu fark ediyorum.  İtalyanlardan diğer bir farkları da Müslüman olmaları. Yürürken beni başka bir mesele de oldukça şaşırtıyor.

U biçiminde, takriben 20 katlı devasa bir bina... Üç ayrı bloktan oluşan bu binanın mimarisinin ülkedekilere nazaran oldukça farklı olduğu apaçık ortada. 50-60 yıllık görünen bakımsız bloklar tıpkı toplu konutlar gibi. Bu devasa apartmanın bazı balkonlarından rengarenk çamaşırlar sarkıyor, çoğunda da çanak anten var. Civarda çok sayıda çocuk dolaşıyor ve her biri beni baştan aşağıya öylesine dikkatle süzüyor ki içlerinden sanki şunları diyorlar: “Saçları uzun, boynunda fotoğraf makinesi var, kim ola ki bu parlak yabancı?” Bu bölgedeyken, bambaşka bir ülkenin gelişmeye ihtiyaç duyan bir şehrinin banliyösünde şaşkınlık içinde yürüdüğümü hissediyorum. Çevre düzenlemesinden, insanların karakterine kadar her şey barındığı ülkeden taban tabana zıt...

Kısa bir yürüyüşün ardından varış noktamıza ulaşıyoruz. Büyük bir meydanın yanına kurulmuş tek katlı ve geniş bir cami görünüyor. Esnaf ağbimizle birlikte önümde yürüyen arkadaşımı süratle takip ediyorum. Camiye giriş noktasına geldiğimizde içeriye girmeye hazırlanırken cemaatin bol saçlı sakallı üyeleri beni dikkatle süzüyorlar ve aralarından biri cesurca atılıyor: “Sen de geliyor musun?” Ardından, nereli olduğuma, dinime ve çeşitli kişisel konulara dair sorular soruyor. Belli ki kendine fazlasıyla güvendiğine umarsızca inanan bu kişi, beni hafif bir tebessümle incelemeyi de ihmal etmiyor. Kısa cevaplar verip yanından uzaklaşıyorum. Geniş meydanda volta atarken bir çocuk yamacıma yaklaşıp nereli olduğumu soruyor, söylüyorum. Kısa bir süre sonra cemaatçe dağılıp arabaya doğru yürüyüşe geçiyoruz. Aklımdaki garip düşüncelere yoğunlaşmışken bir bakıyorum Loreto’ya varmışız, esnaf ağbimizin dükkânına doğru yürüyoruz. Dükkâna ulaştıktan sonra kendisine teşekkür edip bir hatıra fotoğrafı çektikten sonra yanından ayrılıyoruz.

Birçok eşsiz deneyimimin müsebbibi olan bu tarihi zengin ülkede, böylesi bir günü de hatıra küfeme dolduruyorum. Aradan geçen yıllar sonra bugün, hissettiğim sıkışmışlığın, sorgulamaların, birçok başka duygunun ve düşüncenin yeriniyse güzel hatıratıma tebessümle bakmak alıyor.


Madonna Meydanı


Katedral & Dönüş yolu

Bangladeşli candan yoldaşımızla vedalaştıktan sonra yeniden şansımızı denemek için bazilikaya doğru yöneliyoruz ve ayinin bittiğini görünce içeriye atılıyoruz. Kavurucu sıcaktan yakamızı kurtarıp serin bazilikaya giriyoruz. Girer girmez ihtişamlı yapısının yalnızca dışarıdan fark edilmediğini anlıyoruz. Zira, hem yüksekliği hem de genişliği bakımından o güne dek gördüğüm en büyük katedrallerden biri. Girişteki büyükçe holün sonunda yüksekçe bölüm var. Gotik mimariyle inşa edilmiş olması sebebiyle, hem duvarlarında hem de kolon ve kirişlerinde fazla fresk bulunmasa da sağ ve sol cephelerinde küçük odacıklar halindeki bölümlerin duvarlarında rengarenk süslemeler bulunuyor. Kubbeleri boyunca da rengarenk işlemeler, süslemeler mevcut. Bu büyük holü aşıp ardına geçince bazilikanın arkasına denk düşen ince, uzun bir bölüme ulaşıyoruz. İçeride yaklaşık bir saat kadar gezindikten sonra da bazilikadan ayrılıyoruz. Gelirken geçtiğimiz dar sokaklardan yürürken parıldayan kubbelerin fotoğraflarını yine çekiyorum. Ardından bazilikaya açılan kemeri geçip taş banklara oturuyoruz. Zamanlayıcıyı ayarlayıp ardımızda görünen geniş mi geniş vadiyle birlikte kameraya poz veriyoruz. Bankların arkasındaki merdivenlere adımımızı attığımız an, dönüş yolculuğu başlıyor. Her çıkışın bir inişi vardır misali, batan güneşin cılız sıcaklığını hükmedişinin gölgesinde, dik yokuşu bu kez sallana sallana iniyoruz.

Kasabaya geliş yoluna dair bahsetmediğim bir detayla yazımın sonunu getirmek istiyorum. Loreto tren istasyonundan kasabanın merkezine ulaşmanın en iyi yolu yürümek. Otostopla yahut başka yöntemlerle ulaşmak da pek tabii mümkün. Fakat tabiatın özünü arşınlayarak bu geziyi yaşamanın tadı çok daha eşsiz. Bu yoldan geçerken istasyon ile kasabanın merkezi arasındaki şehirler arası otoyolu da aşmak gerekiyor. Hal böyle olunca, yolculuğun kısa bir bölümünde ana yolların yanından yürüyerek kasabaya ulaşmak gerekiyor. Tren istasyonundan kasabaya ulaşmak, yol üzerindeki duraklamaları da sayarsak yaklaşık bir saat içinde tamamlanabiliyor. Çektiğim fotoğraflardan hareketle, pek bir hoşuma giden bu doğa yürüyüşünü biz bir buçuk saate yakın bir zamanda tamamlamışız.

Akşamüstü yedi civarında istasyona varıp trenin tıngır mıngır sesi eşliğinde kasabamıza doğru yol alırken günün batışını seyre koyuluyoruz.

Loreto gezi yazımın sonuna geldim.

Yazımı beğendiyseniz görüşlerinizi paylaşabilir, bir önceki “Salerno” yazımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Sevgiler, hoşça kalın.


Santa Casa Bazilikası




-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



Loreto: A Divine Town

You can read this article in 15 minutes...

I’m here to jot down something “after a short break”. The first stop of a very first journey and the country where most of my days took place within a unique life which has lasted months. I’m gonna write memories still living in my mind from one-day Loreto journey. Since it is one of my first travels in Italy, I may forget most of the details. However, let’s put pen to the paper so that I can see whether my memories come back into my mind easily and quickly.

Loreto is a small town in Marche region of Italy. Due to sacred history of this town, Loreto is well known all around Italy, however, it is not known so much out of Italy since it is not a touristic destination. Since Loreto is both close to our town and hacing a rich history, we decided to see this small town and we hit the road towards train station. What I meant by hitting the road is to walk just five-minute distance from our home.


  About history of Loreto...

As I said that it was one of my first travels in Italy, for this reason, I couldn’t remember the duration of train journey. After travelling about one hour with a rusty train which is about to scrap as soon as  I touch it, we arrived Loreto. This town is located on a small hill just as Perugia city which I wrote about it on my blog. In a fall day, which was like a broiling hot summer day, we have walked towards this hill until becoming soaked with sweat by carrying huge backpacks, which surely are enough for us for a couple days of travel. When I look up the photos I have taken while climbing that road, I recall those moments immediately. Our surroundings were full of green as far as the eye can reach and we were treading the 45-degree stairs. The both sides of the very steep road was covered with pine trees, and there were so much pine needles on the sides of gravel pathway that it had transformed into brown. While climbing the stairs, we are thinking: “I guess this is the last stairs, after that, we reach the town centre.” But of course it wouldn’t happen like that, all stairs are equally good and finally we say goodbye to stairs. Then, the road meets a very immense slope. It is the wee hours and there is nobody around. We do not encounter any spark of life except chirping birds and wind which rarely blows as if licking our faces.

By the way, I would like to give you some information about sacred history of Loreto which I briefly talked about on the beginning of this article. Loreto is a pilgrimage site of Italy for centuries. Italians began walking for kilometers from numerous cities all around the country in some days of each year to reach this pilgrimage site. After reaching the hill, they meet Santa Casa Basilica which is not only known as one of the largest cathedral of Italy but also a respected and sacred site. I’m gonna jot down detailed information about this basilica. After getting those historical information, while climbing this rough slope, I have enlightened some questions in my mind about walking to this sacred town for hours and even days. People, who take the road to this sacred town in purpose of making pilgrimage, are able to vested with this attribute after completing a mental and physical labour and exhaustion.


Climbing the town…

While climbing the town, we often have a rest and take photos. Meanwhile, we are able to be purified from our goal-driven conciousness so that we can become confidant with the pure nature. There was a immense valley on the right side of the road. As we climb more, we started to see a big arch and on the top of this arch there was a statue of Jesus shouldering a huge cross. This arch, which was furnished with lily-white marble, was shining brightly being affected from the sun which was just woken up from her sleep by strongly heating the arch. Just as we walked a little bit more, we faced with that arch. When we glance at the inside of arch, we noticed that this is a Martyrs memorial. The floor was covered with small and white pebbles and the memorial was entirely covered with white tiling. When we go inside of this arch which was on the right while climbing towards the hill, we encountered hundreds of graves on the right, left and across of us. There was a huge flag of the behind of graves which are across of us and behind of that flag, Italian and European Union flag were waving on a higher point. On the right of the memorial, there was a unique landscape. There was a hill rising on the behind of valleys of Marche. When I researched this memorial after a while, I learned that this is the Martyrs memorial of 1080 Polish soldiers who passed away on World War II. And this memorial was built in 1946. Following, I am adding the photos of the memorial and the landscape.


Polish Memorial


After taking a couple of photos of the memorial, we continue climbing 127 metres-height town. Just as walking around 10 minutes, we meet several trees rising over verdant plains. In this small field, which is equally good as English gardens, just as we see a bench, which is lonely located on the grass in the shade of pines, we descended upon it. We become cooler under the broiling noon sun a little bit. After a while, we understand that we arrived the town, from the fact that we see a small Jesus monument which is behind of brick red columns that are at the side of a concrete block at the top of slope stairs. After climbing over those slope stairs as well, finally we filled with joy of reaching a plain field. When we look beyond from our current location, we watch an immense landscape by feeling reaping fruits of reaching the hill. We have taken photos there for a while, and we sit a little on a stone bench. Then, we began walking towards Santa Casa Basilica which is five-minute walking distance away.


Santa Casa Basilica

As I mentioned at the beginning of this article, Santa Casa Basilica is an important value for Italian culture. There is a belief that Virgin Mary used to live in that basilica. Besides, there is another belief is that this basilica was flown over by angelic beings from Nazareth, Israel to Trsat, Croatia, then to Recanati, before arriving at the current site in Loreto. The construction of this huge basilica was started in 1468 and ended in 1587 and it has a gothic architecture.

A huge arch meets us at the entrance of the square where basilica is located. After passing this arch, we reach the back side of the huge basilica where small domes are present. Those domes, which resemble a magnificent castle covered with stone walls, look so robust that they seem to be built just yesterday. Then, we enter a small and dim room of the basilica and it looks like a tiny church. When we see a little box in which there are colourful papers, we noticed that it is a wish box and after writing something in our own way, we attach those papers into the wish box. Then, we go outside, we walk around the basilica and we reach the facade of basilica. There, we meet a large square and a fountain at the centre of this square. Compared to ten thousand populated town, the hugeness of the basilica attract our attention. There are arcades of the both sides of basilica, those arcades are quite widespread in northern cities of Italy - particularly in Bologna. To especially talk about Bologna in specific, it is possible to see around Bologna just by walking beneath those arcades.


Back side of Santa Casa Basilica


The companion of one-day travel...

After pacing up and down, having a little rest and taking photos in the square, as far as I remember we entered the basilica. I also remember that we immediately went outside of the basilica as there was a rite going on. Somewhat later, we were walking down a 360 degree-road that sees a valley, which lies till the horizon. There was a war plane or something at the other side of the road. When we entered an alley of this long street, this road – as I mentioned before – met a tiny square. There was a small monument consisting of a bust in the centre of this square, and there was a building – which I think a government building – on the right of this monument. After passing this cute square, we reached a crossroad. There were also a fountain and other roads. Then, we went back and we walked along the same long street. Finally, we found ourselves in the street which connects basilica, as if we returned to the fold. Since basilica forms the centre of this town, it is also a frequent point of the town which is relatively touristic. For this reason, there are souvenir shops, pizzerias and hotels on both sides of the streets. So, I went inside a souvenir shop to fulfil my ritual of buying postcards, which I made a habit of it while visiting every destination.

We began talking with the owner of the shop and we spent nearly one hour of our one-day journey with that Bangladeshi shop owner. Even if I do not prefer to open up this kind of bonds during my travels, when I look back to those days, I feel that the freshness of acquiring local experiences keys a crucial role on my life. Because taste of those companionships remains fresh even after many years.

By the way, after meeting this Bangladeshi shop owner in that day, I encountered many African and Asian migrants in many cities of Italy – especially around Rome Termini station. There were mainly African migrants. As you may be familiar with the news of recent years, it attracts attention of public that many migrants have been travelling from coast cities of Northern Africa to Southern cities of Italy by tiny vessels for days. However, as travelling towards Northern Italy, you may witness that aspect of the country alters considerably.


Madonna Square


Surprise of the day in Porto Recanati...

Well, while talking with Bangladeshi owner, one thing led to another and I found myself walking with him along the streets. I haven’t yet realized that I am in the heart of a weird and compelling adventure. After craftsman locked his shop we were walking down the streets for a couple minutes and then we jumped in the car which has almost become a classic. We were hitting towards Porto Recanati which is 5 km away from Loreto. We reached the coast town in fifteen minutes. Bangladeshi bro parks on a huge car park which is covered with countless gravels and we began walking with him. Ambiance seems a ghetto neighbourhood which I didn't encounter a place like this until this journey and after that in Italy during my months of stay. People’s dresses, attitudes and gestures were completely different from Italians. Because most of them are Bangladeshi and some of them are from Africa continent. Their another difference from Italians is that they are Muslim. Another issue also surprised me a lot while walking with craftsman.

It was an u-shaped and around 20-floor building. It was obvious that the architecture of this three-block building was entirely different from others in Italy. Neglected blocks, which seem like 50 or 60 years-old, were just as mass housing. Colurful clothes were dangling from balconies of the huge building and there are dish antennas in most of the balconies. Thereabouts, there were many children strolling and every single of them looked so attentively to me from top to bottom that as if they say those words in their mind: “A long-haired young man. God knows who is this good-looking stranger?” In this region, I felt as if I bewilderedly was walking down in an utterly different country’s suburb of a city which needs to be developed. From environmental planning to characteristics of people, every single element was completely dissimilar from the country that this region shelters.

After a short walking we reach our destination. A single-floor and large mosque, which is located on the side of a big square, comes into sight. I am swiftly following my friend and craftsman who are walking right before me. When we reach the entrance of the mosque, preparations for going inside of mosque has begun and just then hirsute members of congregation watch me like a hawk and one of them is taking the bull by the horns: “Are you coming in as well?” After a while, he is asking various personal questions about my hometown, religion and so on. Obviously, this person, who believes that he “feels confident” helplessly, doesn’t disregard watching me from top to the bottom while laughing softly. I’m going away from him after answering in short. While I am strolling around the large square, a child is coming closer to me and asks: “where are you from?”. I responded. After a while, congregation disperses and we began walking towards the carpark. When I totally concentrate on several thoughts in my mind, I realize that we arrived Loreto and we are walking to the shop of the craftsman. After reaching the shop, we had a souvenir photo taken and we said goodbye to this self-sacrificing man.

In this rich country, which is responsible for many of my unique experience, I fill such a day in my memoir basket. After years passed though, it’s today that glimpsing to my beautiful memoirs supersedes the feelings of being stuck, questioning and some other conditions.




  
The Cathedral & Return path

After saying farewell to our sincere Bangladeshi companion, we begin walking towards the cathedral again to try our chance going inside and we realize that the rite is over and we quickly enter Santa Casa. We get out of broiling hot and we find ourselves in the cool basilica. As soon as we enter, we realize that it does not seem huge just outside. In terms of the height and the width, this basilica was one of the largest one I visited till that day. At the end of the large hall in entrance, there is a higher platform as all of the cathedrals have. Since it is Gothic architecture, there are not many frescoes or ornaments on columns. However, there are colourful ornaments on lateral facades’ walls. There are also colourful ornaments and engravings all around the domes. We are passing the big hall and we reach a thin and long section, which is just back side of the basilica. After a one-hour visit, we leave Santa Casa. Again, I take photos of shining domes while walking down the narrow streets as we did in the morning. Then, we pass the arch which opens basilica and we sit down stone benches. I arrange the self-timer and we strike a pose with the endless valley, which is just behind of us. Just as we take a step on the stairs behind of benches, return journey begins. Just as a saying which calls “what goes up must come down”, we are ambling down the steep in the shade of setting sun’s weakly dominating warmth.


Porta Marina


I would like to end my article by talking about a detail which is about the inbound route of Loreto journey. The best way to reach from Loreto train station to Loreto city centre is to walk. It is surely possible to arrive the centre via hitchhiking or other ways. However, the taste of this journey is completely unique by walking down in the heart of mother nature. While passing through this route, you need to climb over the highway which is between the train station and city centre. When it is the case, it is needed to walk on the sides of highway in the short period of journey. The route from train station to city centre can be completed in one hour, when it is included breaks on the road. Considering photos I have taken along the road, we have completed this bush walk in about one and a half hour, which I loved so much.

After arriving at station around seven in the evening, we fall to watch the sunset while travelling to our town accompanied with a clanging sound of the train.

That’s the end of my Loreto travel article.

If you like this article, you can share your opinions with me and you can read my previous “Salerno” article clicking here.

Regards, so long.


Returning to town


Comments

Popular posts from this blog

Sakin Yola Arkadaşlık Ederken... | Befriending a Very Peaceful Road

Küçük Yayla - Rize