Amsterdam'dan... II | From Amsterdam... II

Bu yazıyı 6 dakikada okuyabilirsiniz... 

Bloemenmarkt

Amsterdam'da İkinci Günün Başlangıcı...

İkinci yazım ile buradayım tekrar. İlk yazıyı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. En son Leidseplein'a doğru yola çıkmıştım. Bu bölgenin turistik olması, bünyesinde bazı pazarları barındırması, ziyaret etmemin başlıca sebeplerindendi. Nitekim, gittiğimde çeşit çeşit lale tohumlarından, ekseriyetle turistik eşyaları ve hediyeliklere kadar ürünle karşılaştım. Zamanında bizim topraklardan alıp götürdükleri o lalelerin bin bir türlü çeşidini bulabileceğiniz bir pazar Bloemenmarkt... Bu pazarda biraz zaman geçirip, birkaç hediyelik aldıktan sonra yoluma devam etmek üzere oradan ayrıldım. Sıradaki durağım Dam Meydanı idi. Önceki gecedeki Dam Meydanı turum serpintili sağanaktan ötürü pek sağlıklı geçmemişti. Bu kez meydanı baştan aşağı süzme niyetindeydim. Sirkülasyonun çok yoğun olduğu bu meydan, şehrin simge haline gelmiş turistik noktalarının başında geliyor. Meydanın her tarafı bin türlü milletten insanla tabiri caizse kaynıyor. Bir aralık, şu ünlülerin heykellerinin sergilendiği müzeye gözüm ilişti. Dışarıdan birkaç fotoğraf aldım, ve oradan ayrıldım. Ara sokaklarına girdim meydanın...

Dam Meydanı

 Eski Kilise & Doğa Şehri Amsterdam...

Yolum şehrin devasa tren istasyonu Centraal'e düştü. Etrafında dolaşırken binayı mimari titizlikle(!) incelemeye koyuldum, ve aklımdan şunlar geçiyordu; Ülkenin tarihteki yeri daha birçok başka uygarlıkların yanında çok yeni ve çömez de görünse, asıl iş geçmişte değil anda idi sanki. Zira, Amsterdam bu tezi cömertçe gözler önüne serdiği yapılarıyla ispatlıyor gibiydi, gelin görün biz ne yarattık dercesine... 

Centraal Tren İstasyonu

Kanalların kenarından öylece yürüyordum Eski Kiliseye doğru, fakat önüme kendisinden önce başka bir tanesi çıktı; St.Nicholas Kilisesi. İçine girip şöyle bir göz attım, Barok tarzındaki her kilise gibi görünüyordu. Daha sonra da asıl durağıma doğru yol aldım. Yaklaşık 15 dakika sonra da Felemenkçede ''Eski Kilise'' anlamına gelen Oude Kerk'e ulaştım. Bu gotik kilise, şehrin en bilinen ve en eski kilisesi. Kilisenin çevresi, Arnavut kaldırımlı küçük bir meydan, koskocaman ağaçlar ve gölgesindeki banklardan oluşuyor. Huzurlu bir havası vardı bu bölgenin, oturdum bir banka ve gelip geçen insanları izledim. Ağaçların göğe yükselen kendine has dalları ve her bir dalın vücudu çepeçevre saran birer damar gibi göğü sarıp bizi gölgeye kavuşturduklarını düşünürken kuşların cıvıltıları eşliğinde seyre koyuldum doğayı... Sonra da kiliseyi de içine alan meşhur Red Light bölgesinde şöyle bir gezindim, neymiş burayı böyle dünyaca ünlü bir kişilikmiş gibi bir hale dönüştüren diye...

Eski Kilise Önü

Jordaan Bölgesi...

Kiliseden ayrıldıktan sonra, plansız bir gezgin misali sokaklarında kayboldum bin bir kanallı bu şehrin. Amsterdam'ın bir tılsımı var sanki, benim hissiyatım böyle. Kendince, kendi olarak sizi kendine çekebilecek ve bu karakteriyle size kendini hayran bıraktıracak seviyede bir şehir burası. Ne eksik ne fazla, göründüğü gibi olan insanlar vardır ya, işte onlar gibi Amsterdam. Size kendini doğal haliyle sunuyor ve sanki diyor ki; ''Gerisi size kalmış''. Sokaklarında dolaşmak, gelmişken şundan da eksik kalmayalım, altından girelim üstünden çıkalım düşüncelerinden arındırırken aynı anda büyülüyor da. Bu hissiyatlar eşliğinde yürürken hostelimin bulunduğu Jordaan bölgesine ulaştım. Önceki yazımda bahsettiğim üzere, bu yazımda Jordaan bölgesinden biraz bahis açmak isterim. Jordaan, benim kaldığım süredeki gözlemlerime göre Amsterdam'ın turistik kalabalığından bir nebze uzak ve kendi halinde bir bölge. Tipik kırmızı tuğlalı İngiliz evleri gibi olan üç beş katlı binalar uzun uzun bloklar halinde bulunuyor bu bölgede. Çevresinde de irili ufaklı parklar, banklar ve alabildiğine yeşillik var. Zaten şehri görünce kendi kendinize en ufak yerlerini bile yeşilliğe dönüştürerek değerlendirmişler diye söylenmeniz muhtemel olabilir. Zira, dünya sıralamasında çok üst sıralarda da yer almasa, gözüme hep yeşil ilişmişti Amsterdam'da. Jordaan bölgesine geldiğimde gün batmak üzereydi ve güneşin o yumuşak ışınları eşliğinde rengarenk ağaçlar ve yeşilliklerin içinde zaman geçirmek paha biçilemezdi. 

Jordaan Bölgesi

Bir aralık, küçük bir kaykay pistinde kayan birkaç genç gördüm ve onları izlemeye koyuldum. Gayet profesyonel manevralarla piste bir girip bir çıkıyorlardı. Bu profesyonelce hareketler bir yana, giyimlerinden de anlaşılır olacak ki bu işi bir tür yaşam tarzına dönüştürmüş görünüyorlardı. Sanki, Hollanda'daki bilinen turistik köylerinden birinde gibiydim o gün batımında. Amsterdam'ın yürümeye yer bulamayacağınız turistik bölgelerinden tamamıyla farklı bir bölgeydi Jordaan, üç beş turistin dışında ekseriyetle yerel halktan insanların var olduğu bir yerdi. E hostelin de bölgesinin göbeğinde olması bu güzel yeri keşfetmemi sağladı bana. Yaklaşık bir saat bu civarlarda gezdim, fotoğraf çektim ve sonra hostele yöneldim...

  

Amsterdam'dan Kalanlar...

Ertesi gün, şehirden ayrılmak üzere uyandım. Öğleden sonra otobüs ile Almanya yolculuğu görünüyordu ufukta. Ben de bu süreyi hostelin çevresinde dolaşarak geçirmeye karar verdim. Zira, bahsettiğim üzere çok sevmiştim bu bölgeyi. Birkaç saat içinde yine o güzelim kanallardan yeni keşfettiklerim oldu ve her birine bir kez daha hayran kaldım. Sonra bir şeyler almak üzere bir markete girdim ve fiyatları görmemle şaşırmam bir oldu. Şehrin göbeğinde örneğin 15 Euro olan bir kupa bardağı burada 3-5 Euro'ya bulmak çok kolaydı. Ben de yakalamışken kaptım. Bir ara, böyle cafcaflı bir mağaza gördüm. İçerisinde her tür hazır gıdanın bin bir çeşidiyle, hayatımda ilk kez gördüğüm değişik içki markalarının bulunduğu bir dükkandı bu. Örnek vermek gerekirse, 2 bin Euro'ya şampanya bulabileceğiniz bir yer idi ve bu iki dükkan birbirine yürüme mesafesindeydi. Baktım ki zaman yaklaşıyor ve de otobüs kalkış noktası biraz uzak, ne aceleyle ne de miskin olarak hostele doğru eşyalarımı almaya gittim. Lobide otururken hangi otobüse binmem gerektiği, ve terminalin ne kadar uzaklıkta olduğu gibi detayları inceledim, biraz daha hostelde zaman geçirdikten sonra yola koyuldum...

Şehrin her bir tarafını ağ gibi sarmış olan tramvaylardan birine atladım ve yolculuk başladı. Terminal sandığım yere vardığımda beni tipik Dürümbüslerden bozma bir araç ile binlerce bisiklet karşıladı. Seyyar dükkandan gelen güzel kokulara dayanamadım ve bir dürüm patlattım orada. Terminal demişken de, burası gayet küçük bir terminaldi. Şöyle ki; ana arterdeki bir anayolun kenarı, otobüsler için ayrılmıştı ve biri gelip biri gidiyordu araçların. Bu ana arter yolun hemen arkasında ise binlerce bisikletin yığılı olduğu çok geniş bi bölge bulunuyordu. Gözünüzün önüne getirmek zor olursa diye bir fotoğrafını aşağıya bırakıyorum manzaranın. Otobüs biraz gecikmişti ve ben de birkaç kişiye akıbetini sordum ve rahata erdim. Otobüs gelmişti ve Frankfurt'a olan beş altı saatlik yolculuk başlıyordu. Otobüs iki katlıydı ve ben üst kata geçtim. İlk duraktan son durağa adeta bom boş yol aldı otobüs. Ayaklarımı uzata uzata, bir o tarafa bir bu tarafa kaykılarak geçti yolculuk. Bu arada, yol o kadar keyifliydi ki otobüs tıka basa dahi olsaydı, seyahat güzel geçecekti. Zira, alabildiğine yeşil tarlaların içindeki sapsarı çiçekler ve huzurun sesi vardı yolculuk süresince...

Bu yazımın da burada sonuna ulaşmış bulunuyorum. Bir önceki''Amsterdam'dan I'' yazıma buraya tıklayarak ulaşabilir ve görüşlerinizi paylaşabilirsiniz.

Sevgiler,

Can.

You can read this article in nine minutes...

The Beginning of The Second Day in Amsterdam...

I'm here again with the second Article of Amsterdam. You can click here to reach the Firstarticle of Amsterdam. I was going towards Leidseplein District. The main reason of visiting this district was because of touristic place and having some local markets such as Bloemenmarkt. So, I came across lots of souvenirs including various types of tulips and typical souvenirs like magnets. Bloemenmarkt is a kind of market in which you can find hundreds of tulips which were used to be bought from Turkey years ago. I have spent a little time there after buying some souvenirs, then I left there. The next stop was Dam Square which is at the heart of the city. The last night was not good enough for me to see Dam Square because of sprinkle. I intended to see the square all in detail in that time. The circulation of people is so dense in this square, and the square is one of the well known spots of the city which is a kind of the symbol as well. The every part of the square was full of people from the various countries all over the world. For a moment, I saw the well known museum in which celebrities sculptures are exhibited. I took several photos from the outside, and I left. I ran into the small streets of the square...

Dam Square

Oude Kerk & Nature City: Amsterdam...

I hit the road towards the Centraal Station. I analyzed the huge building with the look of sensitive architectural perspective (!), and I was thinking that even if the history of the country seems new, the main point is not in the history, it is at the heart of present time. So, Amsterdam proves it with the buildings which are not so historic compared to other buildings in Europe. I was walking towards the Oude Kerk. But I came across another church which is called St.Nicholas Church. I went inside of the church and I saw that it was a Baroque style church. Then I continued the main route. I reached Oude Kerk which refers to ''Old Church'' in Dutch around fifteen minutes. This Gothic-style church is the oldest and the most well known church of Amsterdam. The surroundings of the church consist of a small square with cobblestone and the huge trees which shade park benches. 

Oude Kerk

The air of this place was peaceful, I sat down and I started to see people coming and going around the square. I started to listen to the sound of the nature in which branches of trees which seem like a vein surrounds a human body while giving us shadows in the square with the woodnotes from the birds... Then, I looked around this well known Red Light District in which Oude Kerk is located as well while I was thinking what is the reason of becoming so much famous for Red Light District just as a celebrity.

Centraal Station

Jordaan District...

After leaving the church, I lost in the streets of the city of thousands of canals. Amsterdam has a unique charm of its own. It is a city like a person who attracts you just being on her own, and this characteristic appeals you so much. Amsterdam is a city like a person who wears her heart on her sleeve. The city presents herself into you naturally and she seems like saying:''The rest is up to you.'' Wandering in the streets of the city while thinking of getting rid of seeing every little streets of Amsterdam dazzles people like me. I reached Jordaan district while having the feelings I mentioned above. As I mentioned my last Amsterdam article that I wanna talk about Jordaan district. Jordaan district is a little away from the crowded touristic spots of the city, and this district is unique on her own. There are lots of English style buildings with red bricks which are several blocks-long all along the streets. There are different sizes of parks, benches and green places around Jordaan district. When you visit Amsterdam, you may tell yourself that authorities used various parts of the city by transforming into a green spot. Even if Amsterdam is not one of the most green cities of the world, I saw lots of green spots in Amsterdam. When I reached Jordaan Area, sun was about to set, and it was priceless to spend my time with the soft light of the sun and with the colourful trees of the parks.

Jordaan District

At a moment, I saw some boys skateboarding in a skate park, and I watched them for a while. They seemed quite professional in this sport. Apart from those professional maneuvres, it seemed that they adopted this job as a life style with their outfits as well. It seemed like it was a typical village of the Netherlands instead of the centre of Amsterdam. Jordaan is a quite different area from other touristic spots of the city by being so serene. There were mostly local people in the area except for little amount of tourists. Besides, staying at a hostel which is at the heart of Jordaan district helped me to explore this unique area. I walked around the area about one hour, I took photos and I started to walk towards to hostel...

Jordaan District

Leftovers from Amsterdam...

I woke up next day to leave the city. It was sighted on horizon that there will be a travel to Germany in the afternoon. So, since I love this district, I decided to wander around the hostel in the meantime. I explored some of new canals during a couple of hours, and I admired them once again. Then, I went inside a supermarket in order to get something, and I surprised with the prices. It was easy to find a mug around 3 to 5 euros in this district while those were around 15 euros in the touristic spots of the city. So, I got mugs. Then I saw a garish shop and I went inside. There were various kinds of convenience foods in there with the spirits that I did not even see before. For example, there was a champagne which costs two thousand euros in this shop and those two shops were walking distance to each other. I looked my watch and it told me that time is about to up, and the depature place is a little away from the city. So, I walked towards to hostel without hurrying up or going slow. When I was sitting in the lobby of the hostel, I checked some details which are the shuttle I need to hop on and the distance of the departure place from the hostel. After spending a little time more at the hostel, I hit the road.

I hopped on one of the trolleys which surround the city just as a network, and the travel began. When I reached the Terminal, I came across a chapman who sells sandwiches and thousands of bicycles. I could not help myself from the smell coming from the chapman, and I got a sandwich. This one was a small bus terminal in which the buses pull over along the main arterial road, and while one was departing, the other was reaching the terminal. There was a huge field just behind of the buses, and it was like a bicycle park in which thousands of bicycles present. I am adding a photo of this condition maybe because you may not imagine the situation. The bus was a little late and I asked for someone, then I relieved that there is nothing wrong. The bus reached the terminal, and the five or six hour-long journey has begun towards Frankfurt. The bus was double decker and I went up. It was nearly full empty from the first stop till the end. The journey passed just like I was extending my legs and I was leaning. Anyway, journey was so fun that it would be this much fun even if the bus was completely full. There were green fields with which it could not be seen till the end of it, and there was the sound the peace during the journey...

This is the end of the article. You can reach my previous''From Amsterdam I'' article clicking here and you can share your thoughts with me.

Regards,

Can.